Vücudunuzun Ph'ı Yüksek Olursa Kanserden Bile Kurtulmak Mümkün...
Vücudunuzun Ph'ı Yüksek Olursa Kanserden Bile Kurtulmak Mümkün...


Son yıllarda beslenme şeklimiz ve aldığımız nefes bile tehlikeli iken hastalıkların önüne geçemiyoruz.Antibiyotiklerin ileride hiç bir işe yaramayacağı konuşuluyor bu da demek oluyor ki insanlık tarihi büyük bir tehlike ile karşı karşıya, Vücudumuzun bağışıklığını bir şekilde aktif hale getirmeliyiz ama nasıl? Bu yazıda bunun cevaplarına ulaşmaya çalışacağız.

Kanser hücreleri aslında vücudumuzdaki en basit yaşam formlarıdır. Sağlıklı hücrelerin yaptığı yüksek teknoloji diyebileceğimiz çalışma biçimini terk ederek gün boyunca “nefeslerini tutarak” sadece beslenip ve büyümeyi seçerler.Nefeslerini tutarak dememizin sebebi kanser hücrelerinin yaşamak için fazla bir oksijene ihtiyaç duymaması ve bu oksijensizliğin aslında onların var olma sebebi oluşudur. Peki, sağlıklı bir hücrenin daha düşük bir yaşam formunu seçmesinin nedeni nedir? Bu soruya sadece ve sadece doğanın ilk kuralı olan “yaşamını devam ettirebilmek için” cevabı verilebilir. Eğer vücut hücrelerimiz yeterli oksijen alamazsa sadece iki seçenekleri olur; ya boğulup, zehirlenerek ölmek ya da az oksijenli bir ortamda yaşayacak şekilde kendilerini değiştirmek; yani bir kanser hücresi olmak.

Potansiyel Hidrojen“ sözcüklerinin kısaltması olan pH, herhangi bir solüsyon içerisindeki hidrojen iyon konsantresini gösterir. 1 ile 14 arasında bir değer olan pH skalasında 7 nötr (yüksüz) kabul edilir ve H2O formülü ile bildiğimiz su molekülünündeki pozitif değerli “H+” ve negatif değerli “OH-“    iyonlarının eşit  yüklerde (dengede) olduğu konumdur. Eğer  “H+” iyonları fazlalık gösterirse solüsyon “asidik” olarak adlandırılır ve fazlalığına göre 1 – 6.9 arasında bir değer alır. Eğer “OH-“ iyonları fazlalık gösterirse (dolayısı ile oksijen) o zamanda solüsyon “alkali” olarak adlandırılr ve 7.1 – 14 arasında bir değer alır. pH değerinin 7,365 olması kanımızı “alkali” olarak değerlendirmemizi sağlar, yani yaşam formumuz “alkali” dir.



Vücudumuzdaki tüm hücreler bir pil gibi düşünülebilir. Bu pil ihtiyacı olan tüm yakıtları alıp artıklarını dışarıya atabilmek için  yaklaşık 90  milivoltluk bir  elektrik yüküne sahiptir. Bu elektrik yükünde hücrenin içerisine glikozu taşıyan potasyum ile oksijeni taşıyan sodyum, magnezyum ve kalsiyum birlikte girebilirler. Sağlıklı bir hücrenin güç istasyonu olan mitokondrisinde karbonhidratın oksijen yardımı ile yakılması ile enerji oluşur ve kalan artık maddeler atılır. Bu döngü aynı zamanda hücre pH değerini 7.35 olarak sabit tutar. Oksijen yakımı ile enerji üretimi döngüsünün verimliliği ise potasyuma dayalıdır. Hücresel zarda bulunan “pompa” lar ise düzgün çalışmak için magnezyuma ihtiyaç duyarlar. Bu pompalar içeriye potasyum pompalarken dışarıya da sodyum çıkartırlar.
Modern beslenme düzenimizdeki sodyum fazlası ve potasyum azlığı, yeterli magnezyum almamamız  ile  de  birleşince hücredeki  enerji  düşüşü  hücremizin  elektrik  yükünü  90 milivolttan 40 milivoltlara kadar düşürerek artık sadece potasyum yani glikozun girişine izin vererek oksijeni taşıyan minerallerin yolunun kapanmasına sebep olur.

Vücudunuzun Ph'ı Yüksek Olursa Kanserden Bile Kurtulmak Mümkün...
Vücudunuzun Ph'ı Yüksek Olursa Kanserden Bile Kurtulmak Mümkün...
Oksijeni olmayan bir hücre pH dengesini kaybederek asidik konuma geçer çünkü bu anormal metabolik durum glikoz ile bir fermentasyona yol açarak laktik asit oluşumuna da sebep olur. Laktik asit ise hücre pH ını 6.5 in altına çeker, DNA formasyonunu bozar ve RNA mesajlamasını değiştirerek hücrenin büyüme kontrol yeteneğini siler,  başka bir açıklama ile hücrenin enerji düşüşü, “P53” adı verilen ve enerji ihtiyacı yüksek olan DNA onarım geninin yetersiz enerjiden kapanmasına fakat “ras” adı verilen hücre çoğalma kontrol geninin düşük enerjide de çalışabilmesinden dolayı işleme devam ederek hücreyi kanser hücresine çevirmeye başlamasına sebep olur.
Asitleşme büyük risk! Alkalileşmek çare! 
Vücudumuzda bulunan en kuvvetli asitler olan sülfirik asit, fosforik asit ve nitrik asit protein alımı fazlalılığından oluşur çünkü protein vücudumuzda bölünmeye uğradığında bu asitleri oluşturur. Günlük ortalama 40 gr. tüketimi önerilen protein fazlasının oluşturduğu asitlerin böbreklerimiz dışında vücudumuzdan atılma yolu yoktur çünkü yediğimiz limon ve sirkede bulunan asetik asit ve tartarik asit gibi zayıf asit türlerinde olduğu gibi vücudumuzun bu asitleri su ve karbondioksit olarak çözümlemesi mümkün değildir.

Fakat sorun bu asitlerinkuvvetli asit formunda böbreklerden atılamayacağı çünkü yollarının üzerindeki tüm organları yakacağıdır. Bu nedenle vücudumuz en değerli minerallerinden vazgeçerek bu asitlerle birleştirip nötr tuzlar halinde dışarıya atar. Sodyum, potasyum, magnezyum ve kalsiyum gereksiz yere harcanır; örneğin kemiklerimizdeki kalsiyum sülfürik asit ile birleşerek kalsiyumsülfat oluşturur.

Sonuç olarak anlıyoruz ki ne kadar fazla protein, o kadar fazla mineralsiz, zayıf ve “asidik” vücut. Birkaç takviye mineral tableti alıp sorunu çözebiliriz diye düşünebilirsiniz ama YANLIŞ !!! çünkü vücudumuz sadece SEBZE ve MEYVE lerden alınan mineralleri  hücrelerimiz  için  kullanabilir,  başka  bir  deyişle;  ORGANiK  mineraller vücudumuzun kullanabileceği tek mineral tipi olup, kayalardan elde edilen inorganik minerallerin kullanılmasına vücudumuz uygun değildir. Örneğin bir bitkiden alacağınız sodyum, sofra tuzundaki sodyumdan çok farklıdır ve bütün sofra tuzunu yeseniz bile hücreleriniz sodyum eksikliği çekebilir çünkü inorganik mineraller vücudumuzun tamamen değişik foksiyonlarına hizmet ederler.

Kanser hücrelerinin bir marifeti de bağışıklık sisteminin kendilerini tanımasını ve müdahale etmesini zorlaştırmak için etraflarını sağlıklı bir hücre zarının 15 katı kadar kalınlıkta “fibrin” adı verilen bir protein örtüsüyle kaplamış olmalarıdır. Hayatımız boyunca vücudumuzda oluşan ve her seferinde pankreasımız tarafından salgılanan bir enzim olan “pankreatin” tarafından yokedilen kanser hücrelerinin bu kalın duvarının yıkılması pankreatin içeriğindeki tripsin ve kimotripsin enzimleri sayesinde olur. Et yemenin bağışıklık sistemine hiçbir katkısı bulunmadığı gibi  tam  tersine  zararları  bulunmakta,  et  proteinleri  bağışıklık  sistemimizin kanser hücrelerine müdahalesi için gerekli olan kripsin ve kimokripsin enzimlerini kullanıp yoketmektedir. Sebze proteinleri ise bu enzimleri kullanmamaktadırlar.

Yediğimiz "organik" yiyeceklerimizde bulunan "canlı" enzimler ısı 41⁰ C sınırını geçtiği zaman canlılığını kaybeder ve ne pankreasımıza ne de bağışıklık sistemimize faydalı olamazlar. Ayrıca vücudumuz yaşamsal önemi bulunan asit/alkali balansını korumak zorunda olduğundan, 7.4 olan alkalik pH dengemizi kronik asitleşmeye doğru adım adım götüren işlenmiş gıdalar, fast food, kızartmalar, mandıra ürünleri ve tam pişirilmiş yiyecekleri hayatımızdan çıkartarak mümkün olduğunca çiğ veya canlı enzimleri kaybolmadan buharda ısıtılmış taze sebze, yeşil salata veya meyveye dayalı “Çiğ” (Raw Food) beslenme tarzı, kanser bakış açısından işte bu temellere dayanmaktadır

Alkali yiyecek Listesi


İLK ADIM; ALKALİ SU İÇİN… 
Alkalite vücut hücrelerince kolayca absorbe edilen iyonize durumdaki minerallerin varlığına ve sudaki yüksek oksijen (OH-) varlığına bağlıdır. Oksijen OH- formundadır. Vücut tarafindan kolayca kullanılır. Oksijenin bu formu ayrıca serbest radikallerin nötralize edilmesini sağlar. OH- ile oksijen kaynağınız kesilse bile kısa bir süre de olsa yaşayabilirsiniz. Bu sebeple ne kadar OH- alınırsa o kadar da dayanım süresi olacaktır.

Aktive edilmiş su güçlü bir Antioksidandır. Alkali su cihazı, musluk suyunu yaşlanmayı geciktiren negatif ORP’Ii (- yuklü elektronlar) ihtiva eden, likit Antioksidan haline dönüştüren bir cihazdır. Kısaca, vücudumuzda negatif ORP nin arttırılmasi olayı, oksidasyon nedeniyie oluşan hastalıkların oluşumunu önleyen ye yaşlanmayı geciktiren çok önemli bir faktördür. Genel olarak Aktive edilmiş su vücudumuzun hücre seviyesinde yenilenmesine yardımcı olur.

Aktive edilmiş su, vücuda bol miktarda oksijen ye enerji sağlar. Aktive edilmiş suyun diğer Antioksidan özelliği hidroksil (-OH) iyonlarını içermesidir. Bu iyonlar Vitamin A, Vitamin C ve Vitamin E de olduğu gibi, ekstra elektron ihtiva eden Oksijen molekülleridir. Bu hidroksil (-OH) iyonları, bünyelerinde stabil olmayan Oksijen molekülleri nedeniyle hastalıklara neden olan “Serbest Radikaller” i temizlerler. Hidroksil Antioksidanları ile Serbest Radikaller, karşılaştıklarında birbirlerini imha ederler, bunun sonucunda vücuda bol miktarda Oksijen ve enerji sağlanır.

YÜKSEK PH TERAPİSİ - İNSAN VE FARELER ÜSTÜNDE YAPILAN HER VAKKADA TÜMÖRLERİN YOK OLDUĞU GÖZLEMLENMİŞ
Amerikan Tıp Kütüphanesi - Pub Med
Vücudunuzun Ph'ı Yüksek Olursa Kanserden Bile Kurtulmak Mümkün...
Vücudunuzun Ph'ı Yüksek Olursa Kanserden Bile Kurtulmak Mümkün...
Kütle spektrometresi ve izotop la yapılan çalışmalarda potasyum, rubidyum ve özellikle sezyum kanser hücreleri tarafından başarılı bir şekilde alınıyor. Bu alınım A Vitamini ve C Vitaminiyle çinko ve selenyumla destekleniyor. Sezyumla hücrelerdeki pH seviyesi 8 e çıkarılıyor. Hücrelerdeki bölünme ve yaşam ömrü kısalıyor.

Farelerde sezyum ve rubidyum kullanıldığında 2 Hafta içinde tümörlerin küçüldüğü gözlemlenmiş. Bununla birlikte farelerde kanserin yol açtığı hiç bir yan etki gözlemlenmemiş. 30'un üstünde insan test olarak kullanılmış.
Her vakkada TÜMÖRLERİN YOK OLDUĞU GÖZLEMLENMİŞ.BUNUNLA BİRLİKTE KANSERDEN KAYNAKLANAN BÜTÜN YAN ETKİLER 12 İLA 36 SAAT ARASINDA YOK OLMUŞ!. KEMOTERAPİ VE MORFİN ALAN HASTALARDA BU SÜRE DAHA UZUN SÜRMÜŞ. pH Terapisiyle gıda alınımına bağlı olarak kanserin tekrar etme riski çok düşük görülmüş.

Kaynak http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/6522424?dopt=Abstract 

Bunla ilgili Video : http://www.youtube.com/watch?v=Xj9y1AmofKE

Dr. Robert Young'ın Videosundan tercüme
İnsan hücresi ortam sağlıklıysa sağlıklı kalır. Örnek vermek gerekirse akvaryumunda yaşayan balıklar hasta olursa ne yaparsınız. Balığımı tedavi edersiniz yoksa akvaryumun suyunu mu değiştirirsiniz. Tatbikî akvaryumun suyunu değiştirirsiniz. Aynı şekilde vücudumuza bakarsak vücudumuz 70 trilyon hücreden oluşur ( eğer vücudumuz sağlıklıysa ). Doğduğunuzda vücudumuzun % 90 nını su oluşturur, öldüğünüzde ise vücudun %50 sini su oluşturur. Vücudumuzda bulunan suyun kalitesi ( pH ı ) yüksekse hücrelerimiz canlı ve sağlıklıdır. Bir hastalığa yakalandığınızda hastalığı tedavi etmek yerine hastalığa sebep olan ortamı düzelttiğinizde o zaman hastalığında kalmadığını göreceksiniz. Mesela suyu buzluğa koyduğumuzda ne olur sıvı düzeyden katı düzeye geçer NEDEN? Çünkü ortam değişmiştir, sıcaklık değişmiştir. Bu durum insan vücudu içinde aynıdır. Mesela Kanseri ele alalım, kanser bir hastalık değildir. Kanser ortamın asidik seviyeye geldiğinde hücrelerin o ortamda kendilerini dönüştürme ( uyumlama ) durumudur!

Peki, sizi dinleyenlere nasıl beslenmeleri gerektiğini tavsiye edersiniz? Alkali gıda ve elektron açısından zengin gıdalar tüketmelerini öneririm. 30 yıllık araştırmama göre asidik gıda tüketildiğinde bu yaşam biçimimizi olumsuz yönde etkileyerek bizim kendimizi hasta hissetmemize, beynimizin düzgün çalışmamasına, devamlı yorgunluk hissi içinde olmamıza sebebiyet verir. Vücudumuz asidik olduğunda beynimiz gerekli elektriği asidik ortamda iletemez ve bu bizim doğru düşünemememize sebebiyet verir. Bundan dolayı alkali gıdalar tüketmemiz çok önemlidir. (alkali gıdalardan örnekler veriliyor)

Vücudumuzun birçok yeri tuz la kaplıdır. Potasyum ya da magnezyum la dolu değildir, sodyum la (Na) kaplıdır. Sodyum sadece midenin sodyum bikarbonat la aldığımız gıdaları alkalize etmemize yaramaz, sodyum aynı zamanda vücudumuzun en önemli yapı taşıdır. Aldığımız gıdaların hepsi sodyum sayesinde alkalize edilir ve onun sayesinde vücudumuzu alkali düzeyde tutarız. pH ten bahsederken insanların daha çok ilaca değil, insanların eğitimine ihtiyacımız var. Dünyadaki 6cı en hasta ulus haline geldik diyor. Çocuklarımıza alkali gıda yemeye yöneltmeli onlara nasıl sağlıklı kalacakları yönünde bilinçlendirmemiz gerekir diyerek sonlanıyor.

Kanser'de Erken Teşhis Hayat Kurtarır! Kanser'in 10 Belirtisi
Kanser'de Erken Teşhis Hayat Kurtarır! Kanser'in 10 Belirtisi

Kanser hücresi diye bir şey yoktur! 

DR. Young mikrocanlıların (microzyme) ortama göre şekil değiştirdiklerini Pleomorphism de bunların 3 aşamadan geçtiğini önce maya sonra mantar sonrada kitlelere dönüştüğünü anlatmaktadır.

Aldığımız gıdalardaki asitlerin önce kana karıştığını, daha sonra kandan dokulara geçtiğini ve dokulara geçen asitlerin hastalıklara ve kansere sebeb olduğunu söylüyor. Nasıl sepette duran bozuk bir elma diğer sağlıklı elmalara bu bozulmayı aktarıp dağıtıyorsa onlarında çürümesine neden oluyorsa aynı şey vücudumuzda meydana geliyor. Hücrelerin ÇOĞALMASI KANSER DEĞİLDİR. Hücreler form değiştirmezler. Hücreler içlerine giren asitten dolayı sadece işlevlerini doğru bir biçimde yerine getiremezler.

Kanser hücresi diye bir şey yoktur!. Sadece içinde yüksek miktarda asit barındıran hücre diye bir şey vardır. Hücreler arasında bu miktar arttığında bunun başka hücrelere yayılmasını önlemek için vücudumuz bunları belirli bölgede tutarak tümörleri oluştururlar. Böylece bunların yayılmasına bedenimiz tümör adı verilen kitleler oluşturarak çözüm bulur. Bazen genetik yapımızdan dolayı vücudumuzun sadece belirli bölgelerinde bu asitler toplanır. Mesela Göğüs kanseri gibi.

Tümörler aslında problem değildir. Onlar bedenimizde neyin yanlış gittiğini gösteren işaretlerdir. Kanserin metastas yapması hücrelerin içindeki asitlerin diğer hücrelere sıçramaya başladığını gösterir.
Kanser beklenmedik bir şekilde oluşmaz. Hayatımızda yaptığımız yeme içme alışkanlıkları bizim kanser olmamıza sebebiyet verir. Eğer asidik beslenme alışkanlığımız varsa ya da asidik bir yaşam şeklini benimsemişsek bu kansere yakalanmaya davetiye çıkarır. Eğer alkali bir yaşam biçimi seçmişsek o zaman sağlıklı ve kanserden korunmuş bir şekilde yaşarız.
Unutmayın kanser tedavisi olmayan bir hastalık değildir! Eğer alkali yaşam biçmine döner sağlıklı beslenip alkali içecekler tüketirsek kanseri vücudumuzdan atarız.

 Kanser Ölüme Sebep Olmaz!!!
Andreas Moritz, bedenin nasıl kendisini tedavi ettiğini anlatıyor. Adreas Moritz bütün kanser hastalarına bakın hepsinde ‘’Vitamin D eksikliği’’ görürsünüz diyor. Burada çok pozitif konuşuyor eğer yeterli Vitamin D yani güneş ışığı alırsanız ne grip, ne nezle nede bir hastalığa yakalanmazsınız, yakalansanız bile vücut kendisini kısa sürede onarır. Vücutta tümörler oluşur sonra yine oluştukları gibi yok olurlar. Vücudun bağışıklık sistemi güçlü olduğunda vücut kendisini çabucak tedavi eder. 

 Modern yaşam, bilgisayarlar, kapalı odalar, kapalı çalışma alanları, evden çıkıp işe gitme, hep kapalı ortamlarda kalma hepimizde D vitamini eksikliğine sebebiyet verebilir. Bu hep unutulan bir konu haline gelmiştir.
d vitamini kanser ilişkisi
d vitamini kanser ilişkisi
Sosyetik toplumumuzda en ufak durumda gidip eller yıkanır. Hâlbuki derimizin üstünde derimizi koruyan bakteriler vardır. Bu bakteriler derimizin sağlıklı kalmasını sağlar. Bu bakterileri biz yok ettiğimizde, bağışıklık sistemimiz zayıflar, tembelleşebilir. Tekrar ilginç bir görüş söylenir ki; "kanser hücrelerinin vücudumuzda olması bağışıklık sistemini canlı ve aktif halde tutar. Bedenimizde yaşamımız boyunca her zaman kanser hücreleri vardır. Bedenimiz her zaman bu kanser hücrelerine sahiptir."

Şimdi daha ilginç bir şey söylenmektedir "Ölen insanlarda yapılan otopsilerin %80 - 85 de bu insanların tümör ya da kanserden ölmedikleri’’ yönünde bir değerlendirme. Şöyle ki;  ‘’Kanserin kendisi ölüme sebebiyet vermez, kanserden dolayı ölmezsiniz. Tümörler ortaya çıkar ve sonra yok olurlar .. Giderler. Eğer ortamı değiştirirse, yediği diyeti düzeltir sağlıklı beslenirse, stresi düşürürse ve güneşe çıkıp d vitamini alırsa vücut zaten kendisini tedavi eder. Neden insanlar kış aylarında grip nezle olurlar çünkü vitamin d düşük orandadır. Neden gribe yakalanırız mikroplardan dolayı hasta olmayız. Yeterli egzersiz, yetersiz gıda ve yetersiz d vitamininden dolayı hasta oluruz.

Amerikalıların % 85 vitamin d düşüklüğü vardır. Kanser hastalarına baktığımızda vitamin d eksikliğine sahip olduklarını görürüz 2 gün önce bir üniversitede yapılan araştırmaya göre (creighton university school of medicine) kanser hastalarının % 77 si vitamin d seviyesi normal seviyelerde olduğunda korunurlar yani kanser olmaktan korunurlar. Eğer % 77 başarı şansı varsa düşünsenize ilaç şirketleri için % 77 lik bir kayıp demek bu!

Kemoterapi ilaçlarının başarı oranı % 2,3 tür. Avustralya’da bu % 2,1’dir. Radyo terapinin başarı oranı %2,2 civarındadır. Güneşin tedavi etme gücüyle bu oran karşılaştırıldığında ( % 77 ). Eğer yeterli d vitamini alırsanız ne nezleye, ne gribe ne kansere ne diyabet hastası olmazsınız. Bütün bu hastalıklar düşük d vitamini sebebiyle oluşur"
-- sponsor içerik --

---